05 Ağustos 2024
Cavit Çağlar, Türkiye'deki merkez sağın canlı hafızalarından biri. 1987'de Bursa milletvekili olarak Doğru Yol Partisi'nden seçildikten sonraki yaklaşık on sene boyunca Süleyman Demirel'in en yakınındaki isimlerden biri oldu. Devlet bakanlığı ve başbakan yardımcılığı yaptı. "Demirel'in manevi evladı" olarak anılırdı. Siyaset ile ticareti beraber yürüttüğü için bedeller ödedi. 2001'de hakkında kendi bankasına usulsüz kredi kullandırdığı iddiasıyla kırmızı bülten çıkartıldı ve ABD'nin New York şehrinde tutuklandı. Türkiye'de 9,5 ay hapis yattı. Arada medya kurdu, spor kulübü başkanlığı yaptı. O çalkantılı dönemin ardından biz köşesine çekildiğini sanırken Türkiye ile Rusya arasındaki en büyük diplomatik krizde kilit rol oynadığı ortaya çıktı. Bir askeri Rus uçağının Kasım 2015'te Türk F-16'ları tarafından Suriye sınırında düşürülmesinden sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in barışmaya ikna için eski Sovyet coğrafyasındaki siyasetçi dostlarının desteğiyle arabuluculuk yaptı. Putin, uçağın düşürülmesinden yaklaşık iki sene sonra Türk- Rus ilişkilerine yaptığı katkı için kendisine "Rusya Federasyonu Devlet Nişanı" verdi.
Cavit Çağlar'ın dört ay önce Doğan Kitap'tan çıkan "Fırtınalı Bir Yaşamöyküsü" kitabı uzun ama siyaset meraklıları açısından okunmaya değer. Benim gibi diplomasi meraklıları için ise sürprizlerle dolu. Kendisinin aktif siyaset yıllarına yetişemediğim için 90'larda Türk dış politikasının uygulanmasında perde arkasında oynadığı kritik rollerden haberdar değildim. Belki bu kitaba kadar kimse de değildi.
Türkiye'deki Fener Rum Patrikhanesi üzerindeki ABD etkisinden, o etkiyle dönemin patriğine verilen sahte Türk kimliğinden, devletin 90'larda Mesud Barzani ile yaptığı pazarlıklara kadar pek çok konudaki devlet sırlarını ifşa etmiş Cavit Çağlar kitabıyla. "Devlet sırrı" olarak bıraktığı çok şey var elbette. Ben de bu söyleşiyle oralardan derinleşmeye çalıştım. Gerçek manada bir siyasi arkeoloji çıktı ortaya.
Daha ziyade geçmişle meşgul sorular yönettim kendisine ama güncele dair hızlı bir tur da yaptık. Telefonunun mesajlaşma uygulamasındaki profile Vladimir Putin ile çekilmiş fotoğrafını koyan bir eski siyasetçinin Rus S-400'ler konusunda söyledikleri manşete taşınmayı ziyadesiyle hak etti.
- Siyasetteki önderiniz Süleyman Demirel'in sizin için önemli bir rol model olduğu aşikâr. Ama ben bu kitabı okurken şunu hissettim; bir başka ülke ile kriz çözme meselesine bu kadar hevesli ve meyilli olmanızın kökeninde sanki esas İhsan Sabri Çağlayangil'in etkisi daha büyük. Çok genç yaşta kendisiyle zaman geçirmek size çok ilham vermiş.
Doğru. İhsan Bey sinirleri alınmış bir insan. Hep çözüm odaklıydı. Hiç unutmadığım sözlerinden birisi, "Meseleleri mesele etmezsen mesele kalmaz". Meseleleri mesele etmeyeceğiz. Meselenin sonu bulunur, çıkış bulunur.
- O lafın sahibi İhsan Sabri Çağlayangil midir? Demirel'in lafı diye biliriz.
Hayır, İhsan Sabri Bey'in sözüdür. Demirel de kullanmıştır ama onundur. Benim ilk yakınlaştığım siyasetçi odur. Daha o zamanlar iş hayatına yeni atılmıştım, siyaset falan yoktu hayatımda. Öyle bir değerli insanın bana değer vermesi çok mutlu ederdi. Demirel ile ise
Zincirbozan döneminde yakınlaştık. Ondan sonra da yolumuz açıldı bizim.
- İlk nerede tanıştınız Süleyman Demirel ile?
Ben Demirel'i ilk Ankara'da orduevinde askerken tanıdım. Tabii o zaman ben 21 yaşındayım. Ona hayranlıkla bakıyorum. Partisinin gençlik kollarına üye olmuştum. Mitinglere giderdik ama tabii o kalabalıkta uzaktan bakıyorsun. 20 bin kişinin içinde öyle uzaktan seyreden sıradan bir adamdım. Sonra orduevinde tabii devlet erkanıyla münasebetler oluyor. Kitapta çok kişinin atladığı bir şey var; 7 ay evvel askerliğimi bitirdim ben.
- Nasıl olabildi?
Yine orduevinde Genelkurmay Başkanı Cemal Tural'ın verdiği bir yemekte İsmet Paşa'yı tanıdım. Cemal Tural o zaman titretiyor Ankara'yı, ben onun postasıydım. Bir gün orduevinde bir kokteyl verildi. İsmet İnönü, Mevhibe Hanım, Cevdet Sunay ve Süleyman Bey geldiler. Ne büyük heyecan düşünebiliyor musunuz? 21 yaşındayım o zaman. Kokteylden ayrılırken İsmet Paşa'yı asansörle ben indirdim aşağıya. İsmet Paşa cüzdanını çıkarttı, 5 lira verdi bana. Tabii sivil kıyafetliyim o sırada. Dedim "Ben alamam kumandanım". O zaman komutanım lafı yok, kumandanım var. "Niye?" diye sordu kısık bir sesle? "Ben askerim kumandanım, alamam" dedim. "Ne diyor Mevhibe?" diye eşine sordu. O da çok kibar kadın tabii. Neyse ben parayı almadım gönderdim. İsmet Paşa gitti. Ben işi kurtardım. Kokteyl bittikten sonra benim bağlı olduğum albay beni çağırdı, "Ne yaptın? Seni çağırıyor, yaktın başımı" diye soruyor. Gittim kumandana. "Nerelisin?" diye sordu ilk. Bursa'ya ailemin yanına gitmek üzere olduğumu anlattım. "Bugün çok duygulandırdın beni. Ben Bursa Işıklar Lisesi mezunuyum. Kardeşimin kabri Pınarbaşı Mezarlığı'ndadır, sana benziyor çok. Dile benden ne dilersen" dedi. Dedim "Sağlığınızı dilerim." "Ona izin ver, bitti senin askerliğin" dedi. Olacak iş değil. Döndü albaya, "Çabuk çağır bölük komutanlarını. 10 tane izin kağıdı yapsınlar birer aylık. Hepsini ayrı ayrı komutanlar imzalasın. Hiç gün koyma, tarih koyma" dedi. Ve benim 7 ay evvel askerliğim bitti. Olacak şey değil. Hulusi Akar Paşa Genelkurmay Başkanlığı yapmış adam. "Bu cesareti ben gösteremezdim" diyor.
- Kitabı okuduktan sonra mı söyledi size bunu Hulusi Akar?
Tabii kitabı okudu. Çok yakın arkadaşız biz. Ben o zaman başbakan yardımcısıyken o da İsmail Karadayı'nın özel kalemiydi.
- Bu kitapta devleti yönetenlerin yeri geldiğinde teamülleri ve hatta yasaları askıya alabildiğine yönelik çok örnek var. Ama benim en çarpıcı bulduğum hikâye 1948'teki Fener Rum Patriği seçimi. Siz bu tarihi tercihin arka planını İhsan Sabri Çağlayangil'den dinliyorsunuz. Hem de kendisinin Dışişleri Bakanı olduğu yıllarda KKTC'de ziyaret ettiğiniz Rauf Denktaş'ın da olduğu bir ortamda anlatıyor.
Evet bu işi Denktaş'a İhsan Bey anlattı. İkinci Dünya Savaşı bitiyor. O sırada İstanbul'daki Fener Rum Patriği Maksimus'un Rusya yanlısı olduğu dedikodu yayılmaya başlıyor. 1 Kasım 1948'te patrik seçimleri yapıldı, üç aday vardı. Adaylardan ikisi Türkiye Rumlarındandı.
Ama üçüncüsünü kimse tanımıyordu. Üçüncü aday New York metropoliti Athenagoras'tı. Sandıktan Athenagoras çıktı. Ama yeni Patrik ortalarda yoktu. Babıali'nin acar muhabirleri iz sürmeye başladılar. Fener Rum Patriği olan kişinin mutlaka Türk vatandaşı olması gerektiğini tespit ettiler. Bu Lozan Antlaşması'ndan kaynaklanan bir zorunluluk. Yeşilköy Havalimanı muhabirleri 26 Ocak 49 Çarşamba günü İstanbul'a çok önemli bir uçağın geldiği haberini aldılar. Bu, ABD Başkanı Truman'nın resmi uçağıydı. Uçaktan sürpriz bir yolcu indi; yeni Patrik Athenagoras. Tabii dini kıyafetle İstanbul'a ayak basıyor. Amerika'dan bir heyet de eşlik ediyor kendisine. Havaalanı İstanbul'da yaşayan Rum asıllı vatandaşlarla doluyor. Aynı gün Patrikhane'ye giderek tacını giyiyor. Kısa süre sonra Ankara'ya giderek Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'yı ziyaret ediyor. Bu seyahati sırasında onun için trene özel vagon takılıyor. Ve bu olayın gizli belgeleri esas Çağlayangil'de. Ben de olayın detaylarını Temmuz 1998'de öğrendim işte.
Athenagoras Patrik olarak Türkiye'ye geldiğinde İhsan Sabri Bey Emniyet Genel Müdür Yardımcısı. Genel Müdür kendisini çağırıp şu talimatı veriyor; "Doğruca İçişleri Bakanlığı'na gideceksin. Orada Genel Sekreteri göreceksin. Genel Sekreter sana bir şey söyleyecek. Bu söylediklerini aynen yapacaksın. Çünkü Dışişleri Genel Sekreterinin sana söyleyecekleri aynı zamanda İçişleri Bakanımızın emridir." İhsan Sabri Bey anlatırken bize şöyle dedi; "Anladım ki Genel Müdür konuyu açmak istemiyor ya da gerçekten bilmiyor. Çok önemli bir olay karşısında bulunduğumu fark ettim. Dediğini yaptım, gittim Dışişleri Genel Sekreteri'ne kendimi takdim ettim. Kendisi bana New York Metropoliti Athenagoras için Türkiye Cumhuriyeti nüfus hüviyet cüzdanına ihtiyaç olduğunu söyledi. Ben de ona kişinin TC uyruklu olup olmadığını ve Türkçe bilip bilmediğini sordum. Genel Sekreter şöyle dedi; ‘Nasıl olacak diye uzun boylu tereddüt etmeye mahal yok. Reisicumhurumuz ilgililere bunun olacağına dair söz vermiş. Bu iş nasıl olacak, şimdi ona bakalım.'"
- İhsan Sabri Çağlayangil bu yaşadığını anlatırken Rauf Denktaş hiçbir şey söylemedi mi?
Biz Rauf Bey'le göz göze geldik, her ikimizde de dehşet ifadesi. Ben "Acaba İhsan Bey'e soru sorsam mı?" diye düşündüm. Hikayenin sonucunu almakta karar kıldım. İhsan Sabri Bey şöyle devam etti; Dışişleri Genel Sekreteri'nin söyleyecek bir sözü yoktu. Çünkü emir büyük yerden ta cumhurbaşkanından geliyordu. Biz ise o tarihte üçüncü, dördüncü derece bir devlet memuruyduk. Koşarak geldiğim binadan derin bir düşünceyle çıktım. Kendi kendime konuşuyordum. Devlet yönetiminde yeni bir şey öğrenmiştim. Olup bitti haline gelmiş işlerde araştırma yapılmayacaktı. Kendi binamıza gelip Gafur Soylu'nun huzuruna çıktım.
Durumu kendisine anlattım. Dinledikten sonra Genel Müdürümüz bana yeni bir görev daha verdi. Doğruca Nüfus Genel Müdürlüğüne gidip durumu anlatmamı istedi. Gittim ve Nüfus Genel Müdürü ile bu devlet sırrını paylaştım. Athenagoras'ı Yanya doğumlu gösterip kimlik düzenlendiler. Aldım, çantama koydum, gittim amirime teslim ettim. Adam böylece patrik seçildi. Sahte bir evrakla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapıldı.
- İhsan Sabri Çağlayangil'in anlatımı üzerinden gidersek kendi amiri, yani Emniyet Müdürü dönemin Cumhurbaşkanı İsmet Paşa'nın ‘ilgililere' söz verdiğini söylüyor. İlgili denilen kişinin ABD Başkanı Truman olduğunu anlıyoruz. Ankara neden ABD'nin işine gelecek böylesi bir müdahalede bulunmayı kabul ediyor?
Ben tabii bu soruya bugünkü perspektiften geriye dönerek bakarak cevap veriyorum. Cumhuriyet'in kurulduğu sırada ve kurulduktan sonra Sovyetler Birliği bize çok destek olmuş. Bir sürü bir sürü tesisler kurmuşlar. Büyük silah yardımı yapmışlar bize. Amerika ise bizi Rusya'dan koparmaya çalışıyor. Bizim Sovyetler'in etkisine girmemizi kendisine tehlike görüyor. Bu patrik seçimi sırasında NATO üyesi değildik daha. Sonra ne zaman ki Celal Bayar Amerika'yı ziyaret etti, ondan sonra bir daha bırakmadı zaten Amerika. Tam Amerika'nın dünya hakimiyetini almaya çalıştığı zaman. Ama bana göre bizim hükümetimiz güzel bir şey yapmış. Çünkü daha önce Patrik Rusya'nın etkisinde. Sonra işte Amerika'dan getiriliyor. Sizin tespit ettiğiniz bu detayların hepsi kitapta var. Bunları iyi not almışım.
- Amerika ile devam edelim o halde. DYP'den siyasete girdikten sonra dönemin ABD Büyükelçisi ile görüşmelerinizi anlatırken bir de iki Türkiye vatandaşı iş insanından bahsediyorsunuz. İkisi de İstanbul burjuvazisi için önemli isimler; Üzeyir Garih ve İshak Alaton. Bu iki insanın siz bakanken yaptıkları ziyaretlerde Ermenistan ve Suriye politikalarında Demirel'i etkileyecek mesajlar vermeye çalıştıklarını söylüyorsunuz. Hatta şu ifadeyi kullanıyorsunuz; "Adeta özel görevli gibi, Amerikan sefiri gibi mesajlar verirlerdi." Bu ne demek?
Bu ikisi de Yahudi biliyorsunuz. Bana göre ikisi de Amerika adına görevliydi. Ya da Amerika bunları kullandı. Bunların gelip benimle Suriye ve Ermenistan ile ilişkileri konuşmasının anlamı başka nedir?
- Bu arada Ermenistan yeni bağımsızlığını ilan etmiş, Türkiye tanımış ama diplomatik ilişki kurmamış vaziyette. Hatta Karabağ işgali nedeniyle sınır kapısını da kapatıyor.
Evet. Kapının kapatılması da benim önerimdir. Yani benim önerimle Bakanlar Kurulu o kararı almıştır. O ikisine dönersek (İshak Alaton ve Üzeyir Garih), onlar benim Demirel ile yakınlığımı kullanmak istiyordu. Yani bana verdikleri mesajlar aslında Amerika'nın Demirel'e yaptırmak istediği şeylerle ilgiliydi. Benim üzerimden Demirel'i yönlendirmek istiyorlardı.
- Demirel bu durumun farkında mıydı?
Elbette. Şimdi şöyle; Türkiye Cumhuriyeti'nin Orta Asya açılımı aslında Turgut Özal ile başladı. Ama Demirel dönemi bir milattır. Biz uçurduk Orta Asya ile ilişkileri.
- Amerika bundan rahatsız mıydı? Ya da tam da Türkiye'nin bölgedeki etkisi üzerinden oraya başka türlü etki etmek miydi amaçları?
Bunlar hepsi Sovyetler Birliği'nden ayrılmış. Bu ayrılan Türk devletleri konusunda alınan bütün Bakanlar Kurulu kararlarında benim de imzam var. Biliyorsunuz Süleyman Bey bu ilişkilerle ilgili her konuşmasında "Biz bu açılımı Çin Seddi'ne kadar vardıracağız" diyordu. Rahatsızlık yaratan da buydu. Biz bu açılımla hem güç kazandık hem de o devletlerin hepsine büyük ekonomik destek sağladık. Sizin de iyi tanıdığınız Mehmet Ali Bayar da bu işleri çok iyi bilir, o dönemde bu işleri yürüten diplomat ekibinin içindeydi. Ben tabii Demirel'in verdiği yetkiyle bütün bu devletlerle gizli görüşmeleri yürütüyorum.
- Hikmet Çetin de dönemin Dışişleri Bakanı.
Kendisiyle çok iyi ilişkilerimiz vardı. Hikmet Bey Türkiye Cumhuriyeti'nin gelmiş geçmiş en iyi Dışişleri Bakanlarından birisidir. Turgut Bey (Özal) vefat etmemiş olsaydı ve biz Hikmet Bey'le (Hikmet Çetin) bu yolda devam edebilseydik, biz güneydoğuda savaşı bitiriyorduk. Biz güneyde onlarla diyaloğa girmiştik.
- Madem siz açtınız konuyu, Mesut Barzani'nin ilk Türkiye'ye gelişini konuşalım. Kitaptaki detaylar özellikle o dönemin kodlarını bilmeyenler açısından çok bilgilendirici. Barzani dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman tarafından karşılanıyor ve Yenimahalle'deki MİT misafirhanesinde kalıyor. Süleyman Demirel Başbakan, Turgut Özal Cumhurbaşkanı. İkisi de ayrı ayrı görüşüyorlar ama ortak mesaj veriyorlar. Yani Özal ve Demirel politik rakip ama sizin kitabınız da teyit ediyor ki, Kuzey Irak'taki Kürtlerle ilgili açılımda birlikte hareket ediyorlar. Barzani'ye kırmızı pasaport verilmesinin talimatı Özal'dan gelse de Demirel veto etmiyor. Doğru mu?
Doğru. Şimdi bakın, biz Barzani ile ilişkiyi rahmetli Eşref Bitlis Paşa üzerinden biz götürürdük. Kendisi o zaman Jandarma Genel Komutanıydı. Biz Barzani ve Talabani'ye destek verdik, silah verdik, ekonomik yardım yaptık. Fakat Talabani bizi sattı. Talabani PKK'ya, Apo'ya verdi silahları. Ondan sonra biz Barzani'yi çağırıp, "Ne oluyor?" diye üsteleyince o Talabani'nin üzerine yürüdü. Hatırlayın, onların güçlerinin arasında çatışmalar oldu o dönem. Ben bütün bu görüşmelerin hepsinin içinde varım.
- Bu anlattığınız dönemde Ankara'nın Barzani'yle de çok gerginlik yaşadığını biliyoruz. Tüm görüşmelerin içinde ve etkili pozisyonda bir siyasetçi olarak Mesud Barzani ile şahsi izlenimiz neydi? O günü soruyorum, bugünü değil.
Barzani hep sağlam durdu, verdiği sözleri tuttu. Mesela gelip bize şunu anlattı; "Babam Molla Mustafa Barzani bize ölümünden önce bir vasiyette bulundu. ‘Saddam bizi perişan edebilir. Türklere ise güvenin, onlar sağlamdır. Sizi koruyacak olan onlardır' dedi." Biz o dönem bu işleri epey toparlamıştık. Şimdi neden düzelmiyor? Çünkü bugün bu işleri kaşıyan Amerika, Almanya, Fransa'dır. Habire PKK'ya destek veriyorlar.
- Bugün yaşanan sorunların hepsi ‘dış mihrak' kaynaklı mı? Halkın seçtiği onlarca Kürt siyasetçi hapiste. Hükümet, eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın tutuksuz yargılanması konusunda AİHM'den çıkan kararları uygulamamak için türlü hukuksuzluğa imza atıyor. Avrupa Konseyi'nin kurucusu bir ülke olarak Türkiye'nin demokrasi ve özgürlükler alanında aldığı tutumu normal buluyor musunuz?
Bu sorunuza şöyle yanıt vermeye çalışayım. Biz Selahattin Demirtaş tutuklanmadan yaklaşık bir hafta önce Ahmet Türk ve Sırrı Sakık ile bir toplantı yaptık.
- Ne vesileyle yaptınız bu toplantıyı ve sizin misyonunuz neydi?
Ortak tanıdıklarımız var. Bana görüşmek istediklerine dair mesaj geldi. Ben Ankara'ya gittim. Hepsini eski tanıyorum tabii siyaset yıllarımdan. Hepsiyle de aram çok iyidir, beni severler çok. 1991'den itibaren bu Kürt kardeşlerimizle çok mesaimiz oldu.
O son görüşmelerde hata yaptıklarını söyledim kendilerine. Ahmet Türk bir Nevruz'da kalktı Diyarbakır'da bir konuşma yaptı. Tayyip Bey ona çok kızdı. Çünkü Tayyip Bey başta iyi niyetle yaklaştı. Fakat dediğim gibi… Amerika. Eskiden İngiltere vardı. İngiltere, o bizim Türk kökenli Başbakan geldikten sonra elini çekti.
- Boris Johnson mı?
Boris Johnson geldikten sonra elini çekti İngiltere, bu PKK olayından. İtalya kendi derdine düştü. İtalya elini çekti. Şimdi Fransa, Almanya, Amerika bunları kaşıyor ve ekonomik olarak destekliyor.
- Rusya'da PYD ofisi var. Hatta PYD'nin resmi temsilciliğinin ilk açıldığı yer Moskova.
Rusya dengeleri korumak zorundadır. Rusya şu son olayda, Dağlık Karabağ olayını ne yaptı? Ermenistan'ı bıraktı. "Sen işgalcisin orada" deyip çekiliverdi.
- Kürt meselesinin çözümüne dönelim. "Biz 90'larda Hikmet Çetin ile birlikte çözüme çok yaklaşmıştık" dediniz.
Her an çözülebilir bu.
- TSK'nın ‘terörle mücadele' adı altında PKK'ya karşı sert tedbirler aldığı o dönemde siz de siyasi kanat olarak müzakeredesiniz. Yani ikisi bir arada yapılabiliyor.
Başka türlü çözülemezler. Ya biz İstiklal Savaşı'nı beraber vermişiz. Onların da aklını başına alması lazım artık. Kürt kardeşlerimizle bu vatanda beraber yaşayacağız. İşte Ahmet Türk - ki benim iyi arkadaşım- şu anda Çeşme'de yaşıyor.
- Bugün konuştuğumuz şey hakikaten Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bölünmesi mi yoksa başka bir şey mi?
Şimdi burada bir yol bulunması lazım. Kürt kardeşlerimize bugün bir çağrı yapmak istiyorum. Bunlar diyecekler ki; "Silahlı dönem, terör devri bitti. Terör yok, adam öldürmek yok." Ben o dönem Ankara'da bunlarla yaptığım toplantıda aynı çağrıyı yapmalarını önerdim.
Sırrı Ağrı Belediye Başkanıydı, Ahmet Türk Mardin Belediye Başkanıydı. Selahattin Genel Başkandı. Dedim ki onlara; "Kardeşim sizi hükümet değil, devlet içeri alacak. Bu çağrıyı yapmadığınız zaman bu devlet size göz açtırmaz artık" dedim.
- Yani tutuklanacaklarının sinyali verdiniz.
Verdim. Açık açık.
- Ne dediler?
Selahattin yoktu toplantıda. İlk toplantıda bizim Celal Doğan vardı. Sırrı Sakık vardı. Sonra Sırrı Süreyya Önder ile başka bir toplantı yaptık. Onunla da çok sevişiriz, arada ararım. Ben onların hepsine anlattım. "Kandil'e çağrı yapın. Silahlı eylemin bittiğini ilan etsinler" dedik. Bu vatanda beraber yaşayacağız. Bak, devlet mesela Kürtçe yayın yapıyor şu anda. Yani bunların da artık o aşırılıklardan kaçınmaları lazım. Bu vatanda beraber yaşamanın yollarını arayacaklar. Dediğim gibi biz bu vatanı Kurtuluş Savaşı'nda beraber kurmuşuz. Atatürk ağayı almış, imamı almış, şeyhi almış, hep birlikte kurmuşlar. Bugün, Türkiye'nin kucaklaşmaya ihtiyacı var.
- Hükümet kayyım politikalarından ve diğer sert tedbirlerden vazgeçmezse sizin Kürt siyasetçilere ‘yapın' dediğiniz çağrıların gelmesi mümkün olur mu? Yani bu beklenti gerçekçi midir?
Kucaklaşacağız, başka yolu yok. Türkiye yoruldu, insanlar yoruldu.
- Siz kendinizi Türk milliyetçisi olarak tanımlayan bir siyasetçi olarak şu an burada Kürt siyasetçilerle dostluklarınızı anlatıyorsunuz. Türkiye'nin Rusya ile ilişkisinin düzelmesinde kritik rol oynamış bir siyasetçi olarak kitapta Türkiye'nin batı ekosisteminin bir parçası olarak kalması gerektiğine dair düşüncenizi de pek çok vesileyle paylaşmışsınız. Türkiye kurucusu olduğu Avrupa Konseyi'nin temel metinlerini uygulamaktan imtina ederek nasıl o ekosistemde kalacak?
Uygulayacak. Mecbur kalacak. Ben fazla konuşmak istemiyorum. Ben siyasetten çok önce çekilmişim. Şimdi bu kitapla bir tarih bıraktım şuraya. Eskiden benim gibi belirli yere gelen insanlar yazmazmış. Benim bu kitapta yazdığım her konuda anlattıklarımı teyit edecek şahidim var. Tayyip Bey partiyi kurarken bana Abdullah Bey'i (Abdullah Gül) evime gönderiyor. Ben teklifi kabul etmiyorum. İkisi de sağ. Tansu Hanım'la ilgili anlattıklarımı teyit edecek Coşkun Ulusoy da Tevfik Bey de sağ. Konuyu bana getirenler bunlar.
- Size sadece Tayyip Erdoğan'dan değil, Turgut Özal'dan da birlikte siyaset yapma teklifi geliyor. Hem de ilki siz henüz DYP'ye katılmadan önce, diğeri de DYP'de iken. İkisini reddediyorsunuz. Hatta kitaptaki anlatımınıza göre ikinci teklifi reddettiğinizde Özal sizi cezalandırıyor.
Kredilerimi kestiler ya. Her bela geldi başıma.
- Siz Özal ile görüşmenizi kendisine anlattığınızda Süleyman Demirel "Özal seni satın almaya çalışmış" diyor.
Turgut Bey "Ne kadar kredi kullanıyorsunuz?" diye sordu, ben de "50 milyon dolar" dedim. O da eliyle işaret ederek "Bir sıfır daha koy. Sana 500 milyon dolar imkân. Git yatırımlarını büyüt. Seni bir Koç, bir Sabancı yapalım" dedi. Ben ise "Yanlış kapıyı çaldınız. Ben satılık değilim" diye yanıt verdim kendisine. Yanımızda Özel Kalem Müdürü Hüseyin Aksoy ve Semra Hanım (Semra Özal) vardı. Semra Hanım'ı da çok severim. Hatta o da bana sonradan karşılaşmalarımızda "Ah ah seni bir alabilseydik" derdi.
- Gelelim Tayyip Erdoğan'ın Adalet Kalkınma Partisi'ni kurarken size yaptığı davete. Erdoğan size teklifi getirmeleri için Abdullah Gül ve Altan Karapaşaoğlu'nu gönderiyor. Kitapta o görüşmeyi anlatırken çok önemli bir diyaloğu deşifre ediyorsunuz. Abdullah Gül sizi ikna edemiyor ve sizin yanınızdan Tayyip Bey'i arıyor ve "İkna edemiyoruz" diyor. Erdoğan sizi telefona istiyor. "Cavit Bey teklifimizi neden kabul etmiyorsunuz?" diye soruyor. Diyorsunuz ki; "Tayyip Bey haksız yere tam dokuz buçuk ay yattım ben, çok yoruldum. Tekrar siyaset sahnesine dönmek istemiyorum." O da şöyle devam ediyor; "Beni de sizin gibi haksız şekilde yatırdılar. Bu mağduriyetiniz, bu mağduriyetimiz siyasette prim yapar. Halk bizim arkamızda. Biliyorsunuz iktidar olacağız." Siz de diyorsunuz ki; "Biliyorum kuvvetli bir şekilde iktidar olacaksınız. Ben de sizi destekliyorum." 2002'de oyunuzu AKP'ye mi verdiniz?
Ben o seçimde son ana kadar Doğru Yol Partisi'nde milletvekilliği bekledim. Konuştuk biz, Özer Bey'le falan. Tansu Hanım arıyor kitapta, vardır o da. Tansu Hanım arıyor beni "Cavit'ciğim 17.00'ye kadar listeyi vereceğiz. Bursa'yı sana emanet ediyorum" diyor. Yanlış kapıyı çaldı. İçinde olmadığım bir Bursa'yı kazanmalarının imkânı yok. "Hadi sana iyi günler, ben şey edemem" dedim kapattım telefonu. Ama sonuçta ben siyasete Doğru Yol'da girmişim. Hiç çizgimi değiştirmedim.
- Tansu Çiller'e kızmanıza rağmen AKP'den adaylığı kabul etmediniz ama AKP'ye oy verdiniz, öyle mi?
AKP'ye verdim tabii 2002'de. Kaç rey aldılar?
- Yüzde 35.
Yok Bursa'da ne aldılar? Dört yüz elli beş bin rey aldılar. Benim yanımda yirmi beş bin kişi çalışıyor zaten. Hepsi onlara verdiler.
- Dış politikada hep ABD'ye bir mesafeniz var. Anlattığınız olaylarda o vurgu dikkatimi çekti.
Kazıkladılar beni.
- Tutuklanmanızı mı kastediyorsunuz? Ama onu isteyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Kırmızı bülten çıkartan Türkiye Cumhuriyeti.
Ayıp ettiler.
- Sizinle ilgili istihbaratı veren de Türk polisi.
Sadettin Tantan denen o sahtekâr adam. Ama Amerika da bunlara inandı. Tutamadılar beni Amerika'da zaten, 13 günde Türkiye'ye döndüm. Buraya geldik, 9,5 ay yattık. Ben 700 seneyle yargılandım, beraat ettim. Beraat ettim ama yazık oldu benim çocuklarıma.
- Siz bu yüzden mi ABD'ye karşı mesafelisiniz, orada tutuklandığınız için mi?
Değil. Siyasetteyken ben en çok Karabağ konusu nedeniyle rahatsız oluyordum. Biz biliyorsunuz o dönemde Azerbaycan'a çok destek olduk. MİT üzerinden çok destek verdik, asker gönderdik.
Biz Demirel'le sabahları sohbet ederdik. Onun bazı beyanları vermesi için yalvarırdım. Mesela hükümette daha üçüncü ayımızdı, Mesut Yılmaz'a bir ‘yavşak' çektik, ortalık karıştı. Hürriyet'te Ertuğrul Özkök manşet yapmıştı, Milliyet manşet yapmıştı.
- Neden ‘yavşak' demiştiniz, ne manada?
Ben Akhisar'da büyüdüm, çocukluğum orada geçti. Ege'de ‘işe yaramaz adam' için ‘yavşak' derler. O anlamda söyledim. Tabii ben o zamanlar çok hararetli bir adamım.
Sizin biraz önce sorduğunuz soru havada kaldı. Türkiye'nin insan hakları alanında yapması gerekenler. Ben sıkı sıkıya Atatürk inkılaplarına ve Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'e bağlıyım. Hep şunu dedim; Osmanlı devam etseydi biz padişahın kulu olacaktık. Biz vatandaşız, bireyiz. İçerde sıkıntılarımız var ama bana göre Türkiye bir müddet sonra insan haklarıyla alakalı sorunlarını çözecek ve bir yere gelecek. Şu an Türkiye'nin en büyük sorunu ekonomik. Bu enflasyon her şeyi bozar, her şeyi bozuyor. Biz bunu kendi dönemimizde de yaşadık.
- Bu kadar yüksek enflasyona rağmen Erdoğan geçen sene yeniden seçilebildi ama.
Kemal Bey'in (Kemal Kılıçdaroğlu) Alevi ve Kürt oluşu bir faktördü. Kemal Bey'in yerine başka biri olsaydı ilk turda alırdı seçimi. Merkez kendi beklentileri açısından, yani Kemal Bey'i inandırıcı bulmadı.
- Altılı Masa'yı da inandırıcı bir yönetim modeli olarak görmedi halk sanırım.
O da ayrı. Felaket çıktı bizim kız. (Meral Akşener'i kastediyor.)
- Yine kitaptan bizzat devrede olduğunuz bir dış politika alanına gelmek istiyorum. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra kurulan Orta Asya devletleri dosyasıyla hükümet içinde bizzat ilgilenen iki kişiden birisiniz. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın kuruluşu, Azerbaycan'ın toparlanma süreci sizin bizzat müdahil olduğunuz konular.
Evet. Biliyorsunuz kitapta var. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın toplantısı için İstanbul'a geldiklerinde Azerbaycan'ın ilk Cumhurbaşkanı Elçibey sabah 04.45'te otelden kaçıyor. Sonra Emniyet birimlerimiz onu Üsküdar'da bir taksinin içinde buldu. İçkiyi çekmiş çekmiş, sızmış. Ondan sonra karar verdik Demirel ile onu göndermeye. Haydar Bey'i (Haydar Aliyev) aldık getirdik. İkisini de ben ikna ettim. Bütün hepsini Mehmet Ali de (Bayar) hatırlar.
- Burayı hızlı geçmeyin lütfen. Ebulfez Elçibey yerine Haydar Aliyev'in cumhurbaşkanı oluşu planlı bir stratejinin sonucu diyorsunuz. Doğru mu?
Şimdi Alparslan Türkeş, Elçibey'i çok destekliyor. Fakat biz bu Karadeniz İşbirliği toplantısında Elçibey'in kaybolması olayından sonra biz bir de Çankaya'da Başbakanlık Konutu'nda Türki devletleri topladık. Bir akşam yemek verdik. Sovyetler'den ayrılanların hepsi çok alkol alır, bilirsiniz. İçtiler içtiler sonra Elçibey'le dalga geçmeye başladılar. Bu durum Demirel ile benim çok dikkatimi çekti. Tabii Elçibey Türk milliyetçisi ama şair ruhlu romantik bir adam. Diğer liderler arasında düştüğü durumu gördükten sonra Nahçıvan'da Hasret Köprüsü'nü açığımızda Haydar Bey'i davet ettik. Ondan sonra çok yakın dost olduk. Turgut Bey'in vefatında mesela, Fatih Camii'ne benim bakan arabamda Haydar Bey ile birlikte gittik. Ondan sonra ben Elçibey'i ikna ettim, dedim ki kendisine; "Sıkıntılar var. Haydar Bey'i al, meclis başkanı yap." O arada da ben NTV'nin ofisini açacağım Bakü'de. Biz onun hazırlığını yapıyoruz. İkna ettik. Haydar Bey geldi ve meclis başkanı oldu. Sonrasında oturup uzun uzun konuştuk Haydar Bey'le. Tabii Rusya'nın bu işi bilmesi lazım. Rusya tabii Doğu'da hakimiyetini devam ettiriyor.
- Türk hükümeti olarak Azerbaycan seçimlerine direkt müdahale ediyorsunuz ve bu konuda Rusya'yı bilgilendiriyorsunuz. Doğru mu anlıyorum?
Tabii tabii ediyoruz. O arada biz ara seçime gittik. Haydar Bey'i Dalaman'a götürdük. Bizim arabanın üzerine çıkardık. O gezi sırasında kendisine "Haydar Bey, nasılsın?" diye sordum o da bana "Kardaşım ben hazırım" dedi. Ondan o yanıtı alınca döndüm Elçibey'e "Bırak bu işi" dedim.
- Elbette o devlet kararıdır ama hem Haydar Aliyev'i hem de Elçibey'i bizzat ikna etme görevi sizinmiş anlaşılan.
Bizzat ettim ve Elçibey bıraktı. Fakat o zaman Elçibey'in arkasında rahmetli Alparslan Türkeş duruyor, tutuyor bunu. Türkeş de bizim hükümete destek veriyor o zaman. Bu işi yaparken Türkeş'e de gittim, "Gelin bize destek verin. Elçibey ile gitmeyecek bu iş" dedim. Yorum yapmadı ama engel de olmadı bize. Ve Haydar Bey altındakileri toparladı. Elçibey istifa etti ve Nahçıvan'a gitti. Meclis toplandı, Haydar Bey'i seçti. Ondan sonra biz de çok büyük destek verdik. Silahlı kuvvetlerin kurulmasında, düzenli ordunun kurulmasında çok büyük destek verdik.
- Müsaadenizle son anlattığınız hususu net bir biçimde tekrar kayda geçirmek isterim. Siz Türkiye'nin Azerbaycan'daki cumhurbaşkanlığı seçimine doğrudan müdahale ettiğini ve Aliyev'i seçtirdiğini söylemekle kalmadınız. Bu tercihte bulunmanızın sebebi için ise Elçibey'in o coğrafyada zayıf bir imajı olmasını gösterdiniz. Yoğun alkol kullanımı ve romantizminin Azerbaycan'a zarar vereceğini düşündüğünüzden.
Doğru. Bakın Haydar Aliyev, Sovyetler Birliği içinde politbüroya yükselmiş 7 kişiden bir tanesiydi. Haydar Bey çok önemli. Haydar Bey'le benim çok yakın dostluğum vardı. Ama bölgede başka dostluklar da kurdum. Mehmet Ali'nin benim kitapta anlattığı gibi Rus Burbulis vardı mesela. En önemli adamdı ve benim yakın arkadaşım oldu. Çok güzel anlaşmalar yaptık. Bunlar devam ediyor şimdi. Rusya ile BOTAŞ arasında bugün de devam eden her şeyi biz bunlarla yaptık. Ruslarda şu var; Ruslar ya beyaz ya siyahtır, gri yok Rusya'da. Pek çok dostum var. Ben tek kelime Rusça bilmem. Ama dostluklarım var. Mesela Ramazan Abdülatifov var.
- Zaten Rusya ile uçak krizinde kilit rol oynayan kişilerden biri Ramazan Abdülatifov.
Hem de çok. Kendisi eski Dağıstan Cumhurbaşkanıydı. Öbür yanda Abbasov var, benim 30 yıl evvelden arkadaşım. Abbasov, Azerbaycan'da Haydar Bey'in birinci yardımcısıydı, başbakanlık yaptı. Yani iyi dostlarımız, arkadaşlarımız var. Bu kadar zamandır sürmüştür bu dostluklar, çünkü aramızda menfaate dayalı bir şey olmamıştır.
- Rus uçağının düşürülmesinden sonra nasıl devreye girdiğinizi ve neler yaşadığınızı hem kitapta detaylı anlatmışsınız hem de ekranlarda uzun uzun anlattınız. O nedenle de o konuya çok etraflıca girmeyeceğim. Tek bir husus var anlatmadığınız. Putin'in yumuşayarak anlaşmayı kabul etmesine neden olan o mektup. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Putin'e götürdüğünüz o mektupta ne yazıyordu? Her şeyi anlatmışsınız, onu neden açıklamıyorsunuz?
Bir gün onu açıklarız. O mektup devletin arşivlerinde. Devletin kararıdır. Biz çok uğraştık, çok gidip geldik. Kovdular beni ya. Ülkeye giremedim 8 saat. Arkadaşları kovdular. Aradım arkadaşları "Ulan size geldik, alın beni buradan" dedim.
- Kitapta bu süreci anlatırken söylediğiniz bir şey var ki yayınlarda da söylemenize rağmen hak ettiği dikkati çekmedi sanki. Uçağın düşürülmesinin en başına dönüp anlatırken Davutoğlu'nun açıklamasını hatırlatarak "Çok büyük yanlış yaptı" diyorsunuz. Okuyucular için hatırlatayım Davutoğlu dönemin Başbakanı olarak "Uçağı biz angajman kurallarını ihlal ettiği için düşürdük" demişti.
Haberi yok ki.
- Bu nasıl olabilir?
Haberi yok. Konuşuyor. Sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı, Binali Bey'i (Binali Yıldırım) başbakan yaptığında ben bir görüşmemizde kendisine; "Siz bu adamı bu hadisede bunu yaptı diye mi görevden aldınız?" diye sordum. Bana dedi ki, "O bizim iç işimizdi, onu koruyacağız."
- Krizi çözmeye çalışırken edindiğiniz izlenim nedir? Davutoğlu neden kurmuş olabilir o cümleyi?
Adam işte ön almak istedi herhalde. Bir şeyden haberi yok.
- Yine kitapta değindiğiniz ama çok detayına girmediğiniz bir konu da Gülen boyutu. Nitekim Rus uçağının düşürülmesinden yaklaşık bir sene sonra da Ankara'da dönemin Rus Büyükelçisi Andrey Karlov'a bir suikast düzenleniyor. Sizce hakikaten Fethullahçıların parmağı var mı?
Var, var tabii canım. Bütün askeri uçuşlar Eskişehir'den organize ediyor. Uçan sinek görülüyor orada. Organize yapıyorlar bu işi, tamamen FETÖ. Yoksa vurmadan önce bir kere, iki kere ikaz eder.
- Peki Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen anında uyanıyor mu bunun Fethullahçıların işi olduğuna?
Yok, sonra çıktı meydana bu iş.
- Siz de devreye girdiğinizde Fethullahçıların parmağı olduğunu bilmiyorsunuz.
Yok, yok. Sonra öğrendik işi. Bu işin içine girince öğrendik işi. İşte o mektubu yazdık.
- O mektupta uçağın düşürülmesinin Gülen teşkilatıyla ilgisi olduğuna dair herhangi bir şey var mı?
Yok değil. Biz o mektupta "Bu bir kazadır" dedik, "Kahraman pilotlar" dedik.
- Mektupta Rus pilotlar için "kahraman pilotlar" ifadesi mi kullanıldı?
Var, tabii canım. Bunlar için kahraman o adam. Şehit oldu adam, gitti. Ama biz onu sahiplendik. Cenazesini aldık biliyorsunuz, güzelce bir merasim yapıp gönderdik.
- Kitapta diyorsunuz ki, "Rus tarafı pilotun ailesine ev almamıza yönelik teklifi kabul etmedi."
Hayır, onu koymadık bile.
- Teklif etmişsiniz ama.
Ben ettim, kabul etmediler. Antalya'da ailesine bir ev alalım, büyük bir şey yapalım diye düşündüm. Ama kabul etmediler, "Hayır" dediler. Çok zordu. Zorluk iki tarafta da vardı. Tayyip Bey bana iki şey dedi; "Özür dilemem, tazminat vermem." Biz de dedik "Tamam, hallederiz." Şimdi benim en büyük özelliğim şu; ben duvarın arkasını görüyorum. İnanmalıyım ama. Mücadeleye girdim mi pes etmem. Bu işi de kazandık işte. Rusya ile de dost olduk. Ukrayna işinde de… çözeriz Ukrayna'yı da mesela. Çözülür.
- Şunu mu diyorsunuz; siz arabuluculuk yapsanız ABD ile Rusya arasında kriz çözülür?
Çözülür.
- Tayyip Bey niye yapamıyor?
Bilemem. O devlet başkanı, ben vatandaşım (gülüyor).
- Siz demin DYP'li yılları, Demirel hükümeti içindeki yerinizi anlatırken kendiniz için "şahin kanattan bilinirdim" dediniz. Herkesle konuşup, herkesi müzakere ve diyalogla ikna edebileceğine inanan bir siyasetçi nasıl ‘güvercin' değil de ‘şahin' oluyor?
Bir yere getiririm. Sonunda bir yere getiririm. Ama başta sertimdir. Sertim ama daima sonunda müzakere kazansın, mutlu bitsin isterim. Şimdi, benim en iyi dostum Aydın Doğan. Aydın Bey'in gazetelerinde benim için ne yazılar yazdılar. Biz Aydın Bey ile kardeşiz ama o görevini yaptı o gün. Gazeteciye karışmadı. O gün onları yazdılar, bugün en yakın arkadaşım Ertuğrul. Ben o gün için kızıyordum ama bugün yanlış düşündüğüm anı görüyorum. En iyi dostlarımdan biri bugün Ertuğrul, neredeyse her hafta buluşuruz. Ertuğrul hemşerim benim.
O da Akhisar'dan çıkmadır, ben de Akhisar'da büyüdüm işte. Siyasetin içindeyken zaman zaman takıştık ettik. Şimdi kimseyle bir meselemiz yok. Meseleleri mesele etmiyoruz (Gülüyor.)
- Geçen sene muhalefet Türkiye'de parlamenter sisteme dönmekle ilgili bir kampanyayı yürüttü ve kaybetti. 31 Mart sonrasında ise CHP'nin güçlendiği bir tablo oluştu. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Erdoğan arasında - şu anda biraz zayıflamış gözükse de- bir hat açıldı. Tayyip Erdoğan sizce bunu isteyecek mi? Türkiye siyasetinde yakın dönemde parlamenter sisteme dönüşle ilgili ciddi bir pazarlık yaşanacağını düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Tayyip Bey bu şansı kullanacak. Türkiye bana göre Fransa'daki yarı başkanlık gibi olmalı. Cumhurbaşkanının bazı yetkileri olmalı, yetkilerin hepsi başbakanda olmamalı. Cumhurbaşkanının bazı yaptırımları olmalı. Ve parlamentonun millet iradesini daha çok yerine getireceğini görüyorum. Tayyip Bey 20 seneyi aşkındır Türkiye'yi yönetiyor. Çok şey gördü, büyük tecrübe sahibi.
- Ama başkanlık sistemini isteyen ve getiren kendisi değil miydi? Biz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak yapboz tahtası mıyız? Bir siyasi lider bunu uygun gördü, şimdi de bunun yanlış olduğunu gördü, yeniden değiştirecek.
Şimdi dört sene daha seçim yok. Fakat bu enflasyonu bir yere getiremezlerse bir yıla kalmaz erken seçim olur.
- Yani 2025 yazında, öyle mi?
Kalmaz. Yaza kalmaz. Enflasyonu şu 5- 6 ay içinde dizginleyemezlerse yeni yılda seçim olur.
- Ve AKP iktidardan düşer mi?
Bilemem kazanıp kazanmayacaklarını. Kararı halk verecektir. Siyaseten yeni gelişmeler olabilir. Çünkü bu Saadet Partisi olsun, DEVA olsun, bunlar bir sığıntı gibi çıktılar. Gittiler Cumhuriyet Halk Partisi'nden, seçtirdiler. Ne olduğu belli değil onların. Reyi belli değil onların.
Reyi belli olan Yeniden Refah. Büyük Birlik denemek istedi, Destici (Mustafa Destici) seçilemedi, kaldı, gücü yok. Şimdi kartlar karılıyor tekrar. Türkiye kısa bir zaman içinde yeni bir siyasi değişim görebilir. Onu görüyorum. Ben şeyi 31 Mart'ta yerel seçimlerden çıkacak sonucu bildim mesela. Benimle seçim öncesinde yapılmış bir röportaj var, bakabilirsiniz. Şimdi de diyorum; kartlar karılıyor. Şu anda Türkiye'nin rahatlaması lazım. Enflasyonu yenecek. Enflasyonun götüremeyeceği iktidar yok. Evet Tayyip Bey de doğru bir yerde şu anda, mesela ana muhalefetle ve ana muhalefetin de Cumhur İttifakı'yla diyalogları kurması çok önemli. Devam ediyor etmesi gerekiyor. Beraber bir çıkış yolu bulacaklar.
Şu anda başkanlık sistemi tam yürümüyor. Oturmadı Türkiye'ye. Enflasyonun ana sebebi bana göre o. Olmaz şimdi faiz bilmem ne, bunları bilenler düzenleyecek. Olmadı, şimdi sıkıyorsun. Bizde eskiden bakanlıklarda müsteşarlar vardı, genel müdürler vardı. Bunlar devletin tapulu malıydı, hafızasıydı. Şimdi, nerede eski milletvekili var getirip bakan yardımcısı yapıyorsun. Yapma, bu yanlış. Bu makamlar, işsiz kalan emekli milletvekillerine iş bulma yeri değildir. Devletin aklı olacak bu insanlar. Bu başkanlık sistemi tutmadı ya ve Sayın Erdoğan da bunu görüyor.
- Rusya ile Türkiye arasındaki en büyük diplomatik krizde başrol oynamış bir siyasetçi olarak S-400'ler konusunda ne düşünüyorsunuz? Türkiye parasını verdi getirdi ama kullanamıyor. Bu nedenle de ABD'nin türlü yaptırımına maruz kalıyor. Ne olacak o iş sizce?
Onun düzelmesi lazım. Ben olsam S-400'leri satarım.
- Kime?
Var müşteri, hazır.
- Azerbaycan mı?
Yok canım, Pakistan alır, Hindistan alır.
- Türkiye'den direkt mi satın alacaklar?
Bizden alır, niye olmasın?
- Peki buna Putin izin verir mi?
Konuşacaksın. Ben olsam şu anda bunları Türkiye'den çıkartırım. F-16'ları niye vermiyorlar? S-400 yüzünden vermiyorlar. Biz ikincisini, üçüncüsünü de alacaktık veyahut da burada yapılacaktı. Yapamıyorsun. Burada bir çıkış yolu bulacaksın. Rusya ile çok iyi diyaloğumuz var. Yapılacak olan şey en kısa zamanda oturup anlaşmak. Diyeceğiz ki, "Ben NATO üyesiyim, NATO'nun kurallarına göre bunu NATO'ya karşı kullanamıyoruz. Sağ ol, teşekkür ederiz. Ben bunu kullanamıyorum. Bunu elden çıkarmam lazım." Anlaşılır bunda ya.
- Siz böyle bir karar verilse, Putin'i ikna etmek için yeni bir rol üstlenmek ister misiniz?
Ben değil, devlet yapacak onu. Benim bu işlere gücüm yetmez. Bu, tamamen devleti yönetenlerin yapacağı bir şeydir. Ben vatandaş Cavit Çağlar olarak diyorum ki; bundan kurtulalım. Bunu yaparsan, F-16'ları da alırsın, F-35'leri de alırsın. Amerika'yla uzlaşmamız lazım. Amerika diyor ki "Bunu istemiyorum ben arkadaş." NATO'dan çıkamayız. Bunu göreceğiz. Diyalogla bu işi çözeriz. Rusya bu konularda bizi mazur görür. Bu konuda viraj almamız lazım. NATO üyesiyiz, sebebi var. NATO'dan çıkmayacağıma göre, viraj almamız lazım.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
“HTŞ şu an Türkiye’ye müzahir, doğru davranılırsa Türkiye’nin kontrolünde olur. Şam’da ilk görüntünün sivil bir görüntü olması daha doğru olurdu... Bahçeli’nin öne çıkardığı süreçte ilerleme olursa PYD ile görüşülebilir. Kobani, Kamışlı, Haseke’ye çekilirlerse böyle bir şeyden korkmanın anlamı yok”
Emevi Camii’ne girip namaz kılma opsiyonu zaten olmadığı için soruyu şöyle sorayım; Esad düştükten sonra Şam’a giderek sokakta Colani ile birlikte gezen ilk üst düzey yabancı yetkili CIA Direktörü William Burns olsaydı ne düşünürdük?
“İktidarın Öcalan hamlesi Putin’in Kadirov hamlesini andırıyor, Esad rejiminin düşmesi bu hamleyi hızlandırabilir. Suriye’deki Kürtlerin varlığını bir anayasa taslağıyla ilk teslim eden Rusya’dır”
© Tüm hakları saklıdır.